Thursday 27 November 2014

Küba Notlarım: Çocuklar Dünyaya Mutlu Olmak için Gelir

Benim gibi balık hafızalı insanlar, eski tanıdıklarına, gezdikleri yerlere ya da izledikleri filmlere dair pek çok şeyi unutsa da, hepsine ait duyguları baki kalır. Bu yüzden gezi önerilerinde mekan önermeyi beceremez ama şehirlerin ve insanlarının bıraktığı duyguları iyi tanımlarlar.

İşte Küba, böyle bir balık hafızalının oturup ağlayacağı cinsten bir ülke.
Total Amerikan propagandasına değen her film, kişi ve belgeye atıfta bulunarak “Ama oradaki sefaleti turistler görmüyor” gibi hariçten gazel okuyacaksanız, yollarımızı burada ayıralım lütfen.

Öncelikle ekonomik ayarları özetlemek gerek. Küba Peso'su ve Cuc adı verilen turist Peso'su iki ayrı para birimi. 1 Cuc, 1 USD’ye ve aynı zamanda 10 Küba Peso'suna eşit. Emekli maaşı 10 dolara denk geliyor. Çalışanlar ise aylık 20 dolar civarında kazanıyor. Siz bir turist olarak Küba Peso'su ile alışveriş yapamazsınız. Yine bir turist olarak ülkeye Amerikan doları ile girip, döviz bozdurursanız da, ekstra ceza ödersiniz. Bu zeki duruşu, havaalanında dolar bozduran turistlere Meksika dalgası yaparak kutlayabilirsiniz. 

Karne sistemi hala geçerli fakat karneye getirilen kimi kısıtlamalar sebebi ile bu malzemeler yaklaşık 15 günde tükeniyor. Bu sebeple sokakta insanlar sizden “sabun” ve “tükenmez kalem” isterler; ki yokluk içinde yaşayan, işsiz birinin temel ihtiyacının “temizlenmek” ve “yazmak” olması yine gözleri dolduran bir durumdur. 

Özellikle Havana’da ama genel olarak da her şehirde, her dakika birisi gelip elinizi sıkar ve sizinle tanışarak ahbap olur. Bazen bir şeyler satar, bazen de sadece sohbet eder. O sohbetin sonunda doğal bir şekilde sizden 1 Cuc ister. Komünist bir düzende, doğal olarak paylaşmayı bekleyerek sizden para isteyen bu kişinin dilendiğini söylemek sizin değerlendirmenize kalmıştır ama bana sorarsanız hayvanlık olur. Yaklaşık 2TL olan bu talep, sizi fakirleştirmeyecek ama talep eden Kübalı kardeşimin hayatında önemli bir satınalma gücü yaratacaktır. Sadece hiç reklam görmediğiniz bir hafta ile gevşeyen tüm beyin kıvrımlarınızın yüzü suyu hürmetine bile o 1 Cuc verilir, vatandaşla vedalaşarak uzaklaşır!

Raul, turizm ve limitli serbest ticaret ile kazanılan gelirler sebebi ile ihtiyacı olmayan kişilerin karneden faydalanmasını engellemek için karneyi tamamen kaldırmayı hedefliyor. Bu limitlere karşın her çocuğun, 15 yaşına kadar her gün, 1 lt soya sütü ve su hakkı bulunuyor. Çünkü çocuklar bu ülkede kutsal.

Fidel’in “Çocuklar dünyaya mutlu olmak için gelir” sözü, bu meta yoksulu ama kültür zengini insanların hücrelerine kadar işlemiş. Devrim ile birlikte çocukların bakımı hamilelik döneminde, hamile kampları ile başlıyor. Tercih eden hamileler burada yatıp, hemşireler ile her gün gerekli sporlarını ve ihtiyaç duydukları gıdayı alarak sağlıklı bir hamilelik ve doğum süreci geçiriyor. Devrim sonrası tüm karargahlar düzenlenerek büyük bahçeli okullara çevrilmiş. Günlük hayattaki büyük yokluğun içinde pırıl pırıl üniformaları ile, neşe içinde sokakta dolaşan çocuklarla gülümseyerek konuşmak, başlarını okşamak neredeyse kanun gibi. Akşam saatlerinde, dışından birbirinden parlak renklerle badanalanmış; içerisinde ise sadece bir sallanan koltuk ve televizyon olan kapısı açık evlerin eşiğinde, işten dönen erkekler, koca göbeklerinde bebekleri zıplatarak oyun oynuyorlar. 

Havana’dan uzaklaştıkça ve daha ufak kasabalara gittikçe hayat standartları yükseliyor. Toplam bir yoksunluk hakimiyetini korusa da, köyün şehirden daha çok kalkındığı bir ülke Küba. Her sokak köşesindeki mahalle parkında 13-15 yaşlarında çocuklar, ilk gençliğin heyecanı ile süslenip, tamamen güven içerisinde sabah gün ışıyana kadar sohbet edip şarkılar söylüyor. Ve siz onları izlerken yoksulluk ile yoksunluk arasındaki farkı, kimi kader olan coğrafyalarda parayla huzuru satın alamadığınızı bir kez daha hatırlıyorsunuz.

Sevgili rehberimiz ve tanıyabileceğiniz en naif insanlardan biri olan Deniz Yalav, “devrim yaşlılara vadettiklerini veremedi ama çocukları hayal ettiği yere getirdi” demişti dolaşırken. Zengin çocuğu Fidel ile neşeli devrimci Ernesto’nun, ne kadar başardıkları tartışılsa da çocukların mutluluğunu hayal ettikleri bir devrimden, eve dönmek çok zordu. Belki bu yüzden “memleket” gibi burnumda tütüyor, Amerika’ya 56 yıl kafa tutmuş bu gülen insanlar ülkesi.

fotograflar için: reng.in

Friday 6 June 2014

Nasıl

Kendimi bir anda uzay boşluğunda gezerken buluyorum. Ana konudan bağımsız ne konuşulursa – ki en temel örneği araba jantı, alınan bir kıyafet, maçtaki pozisyon ya da şahane “cookieler” yapan o yeni cafe olabilir- kendimi nefes alamadığı için susan, boşlukta asılı, kasksız bir astronot gibi hissediyorum.

Boğazımla, midemin hemen üzeri arasındaki yük ve çekilme hissi hiç durmuyor. Uzak bir şehirde,...
bol yıldızlı göğe makyajsız bakıp içerken bile aklımdan şiirsel kelimeler değil “nasıl” geçip duruyor. Bu nasıl, kendini “nasıl değişir”den, “nasıl olur böyle şey”e uzanan farklı kumaşlarda dokuyup duruyor. Kafamda dokuma tezgahı sesi.

Utancım büyüyor da büyüyor. Hayatımda ilk defa bir çocuğun cenazesine gidiyorum. Bu ülkenin Ork’ları bana bunu zorla yaşatıyor. İçimdeki kara kaşlar martı olup uçamıyor. Elimde telefonla, bağıra bağıra ağladığım o sabah, içimden uçamıyor. Uçup giderse gözüm kör olsun.

Elim kömür, yüzüm kömür. Üzerine bir kelime söyleyecek yüzüm yok, utancımdan gömseler beni buraya, sesim çıkmaz. Dakika dakika tükeniyorum. Gece üçten sabah altıya uyuyup uyandığımda uykumdan çok insanı yitiriyorum. Ork’lar basıyor yine ortalığı. Sus diye bağırıyorum, sesim çıkmıyor kabuslardaki gibi. Bitmiyor acısı, dayanılır şey değil.

Nereye dönsem, neye baksam “nasıl”. Aklım başka türlü işlemiyor. Mehmet diyorlar içim kor, Abdocan diyorlar içim kor, Ali İsmail diyorlar içim kor, Berkin diyorlar içim sel. Kanıma pansuman yapacak kadar susmuyorlar, durmuyorlar. Sınır demiyorlar, çocuk demiyorlar. Anneler konuşuyor, anneler ağlıyor, anneler tükeniyor, öfkem tükenmiyor. Bıraksa acımı yaşayacakken acımı illa ki konuşup öfkeye vurduyorlar. Sarmala kapılmış dönüyorum, kasksız bir astronot gibi.

Sahip olduğum herşeyden, bulunduğum her yerden utanıyorum. Şirazesiz sarkıtlar gibi.

Saturday 18 January 2014

#GEZİ - Tek yapmak istediğimiz durmak ve hayatı sevmekti


İçinden gelsem de “nasıl bir şey yaşadık biz” şaşkınlığım geçmiyor. Bir yıla yaklaştı ama çok uzak bir anıya hala üzülür gibi uzaktayım sana. Her yazı, fotoğraf, görüntüye ilk başladığımdaki belgesel izleyicisi duruşum, içimin titremesi ve ardından yutkunamadan ağlamakla sonlanıyor. En sevinçli anlarda bile bir arkadaşla bakışıp anlamlı bir dudak bükme, hak verme, saygı duyma - tıpkı metrodan çıkarken beni alkışlayan ve devir teslimi yaparken alkışladığım, adını bilmediğim kalabalık gibi.

Biz seni sevebilirdik oysa, hiç tanımadığım ve sonra da tanışmadığım insanlar beni çok sevdi-kesin bilgi. Tek yapmak istediğimiz durmak ve hayatı sevmekti, izin vermedin. Bilmediğim sloganlar ezberlettin, solüsyon tarifleri, ilk yardım bilgileri öğrendim senin yüzünden. Ben sadece durmak ve durduğum anı sevmek istemiştim, mutsuzluğun buna katlanamadı. 

Tarih çok bok, tarih zulümlerinle dolu. Yeni bir başlangıç yaparız sanmıştım hayatı öğrenirken. Salak gibi hala umutluyum. En çok da buna dayanamayacaksın. Bir geceyarısı maskelerle dolaşan milyon kişi, ertesi gün “müdahale yok” sözüne inanıp dal-taşak gezdik biliyor musun?  Biz kötüyüz ama çevremiz çok iyi. En çok da buna dayanamayacaksın. Her yeni güne inançla kalkacağım salak gibi. Salaklığı severek dolaşacağım.

Bırak artık peşimi, sadece durmak ve hayatı sevmek istiyorum

“Bir dünya istedin kardeşçe, olamadı. Kalbim, dayanmak artık kolay değil, bırakacak gibisin yarı yolda”